the truth

~ irigitte fardot , 3/23/2008 1:11 ÖS

Why do women want to have kids?
Does anybody love one another more than they love themselves?

You know the answers.
I'm not bitter.
You'd better not be so.

Admit it.

Find your way.

Thanks to my dearests.

Yapay gündem

~ irigitte fardot , 3/02/2008 2:49 ÖS

İrem Hacıalioğlu
Şubat 2008, vesaIRe
Mart 2008, Radikal Genç

Uzun bir aradan sonra AKP – MHP işbirliği ile yeniden gündeme gelen, basının her kanalıyla istisnasız her gün karşımıza çıkan 'türban' tartışmaları, akademisyenleri, iş dünyasını, yazarları ve vatandaşları uzun süre oyaladı. Türban, herkesin hakkında bir şeyler söylemesi gerektiğini hissettiği bir konuya dönüştürüldü. Uzatıldı, abartıldı. Durum, konu sıkıntısı çeken köşe yazarlarının ve televizyon programcılarının işine yaradı. Başka kimin işine yaradı dersiniz?

AKP hükümeti uzunca bir süredir mecliste gizli oturumlarla görüşülen yasa tasarıları ile uğraşıyor, yeni kararlar alıyor, bunları uygulamaya koyuyor. Basına ufak sütunlarla yansıyan bu haberler kaçımızın dikkatini çekti? Türbana ayrılan sayfaların onda biri kadar bile sözü edilmeyen bu konular neler?


Örtülü Af

8 Şubat 2008’de, Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 231. maddesi ve İnfaz Kanunu’nun 98-101’inci maddelerini değiştiren “Temel Ceza Yasalarına Uyum Amacıyla Çeşitli Yasalarda ve Diğer Bazı Yasalarda Değişiklik Yapılmasına Dair 5728 Sayılı Yasa” yürürlüğe girdi. Bu değişikliklerle “2 yıldan az hapis cezası alan ve 2 yıldan az hapis istemiyle yargılanan” hükümlü, tutuklu ve sanıklara, hükmün açıklanmasının ertelenmesi olanağı, diğer bir deyişle 'örtülü af' getirildi.

Düzenlemenin, ruhsatsız silah bulundurmak, adam yaralamak, görevi kötüye kullanmak, haksız çıkar sağlamak, hırsızlık, elle-dille cinsel tacizde bulunmak ve kaçak elektrik kullanmak gibi suçlardan hüküm giyenleri, tutuklananları ya da yargılanmakta olanları serbest bırakmaya yönelik olduğu belirtildi. Ancak yasanın en çok ihya ettiği kesim kaçak elektrik kullananlar; çünkü Adalet Bakanlığı’nın ‘af’ olmadığı konusunda ısrar ettiği yasadan 708 bin abone faydalanacak!

Bu konuda, basının dikkat çekmediği nokta şuydu: Başbakan Erdoğan, Aralık 2007’de partisinin Haydarpaşa Lisesi’nde düzenlediği bayramlaşma toplantısında yaptığı konuşmada, “Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde yüzde 65 oranında, elektrik kaçağı olduğunu” belirtmiş, “Türkiye'nin hırsızlardan temizlenmesi için hırsızlığa tanık olanların ihbar etmesini”¹ istemişti. Şubat ayında, daha önce söylediklerinin tamamen zıttını yansıtan ani bir af kararının alınmasının ardında yerel seçimlerin yaklaştığı gerçeği olabilir mi, ne dersiniz? “İktidar partisi erzak ve kömür yardımını, bir üst boyuta taşıyarak elinde olmayan belediyeleri ‘özgürlük’ karşılığı satın mı almaya çalışıyor?” diye sorsak, çok mu kötü niyetli oluruz? “Benim partimin birimleri içinde hırsızlar yer alamaz!” diyen bir başbakan, aynı partide hırsızlara özgürlük veren vekillerin bulunmasını nasıl dert etmez? Oy uğruna adaletin aksamasına göz yuman bir hükümet nasıl olur da hala idealinin ‘sosyal hukuk devleti’ olduğunu iddia edebilir?


Naylon faturalar, emekli maaşları

Sözü edilmeyen bir diğer gelişme ise Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ile ilgiliydi. Meclise sevkedilen bir vergi affı tasarısı ile vergi borçlularına uzlaşma fırsatı sunulduğunu ve kiminle, ne şekilde, nasıl uzlaşılacağı konularındaki kararların Uzlaşma Komisyonu’ndan alınıp tamamen Unakıtan’a verildiğini, bakanın adeta bir ‘süper yetki’ ile donatılmak istendiğini, ancak son anda CHP ve MHP’nin müdahalesiyle bundan vazgeçildiğini biliyor muydunuz? Naylon fatura düzenleyenlere af getirmesi planlanan tasarının, kendi hakkında da açılmış bir naylon fatura davası bulunan, ancak dokunulmazlık fezlekesi olduğu için yargılanamayan bir bakana, şeffaflıktan oldukça uzak böylesi bir yetki verilmeye çalışılması doğru mudur?

Mecliste görüşülen, “5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu”’ndaki ‘Güncelleme Katsayısı’nda değişiklik yapıldığını, kanunun meclisten geçmesi halinde emekli maaşlarının en az yüzde 25 oranında düşeceğini ve bugün 800 YTL olan emekli maaşının 600 YTL olacağını biliyor muydunuz? Aradaki 200 YTL, genel seçimler ve belediye seçimleri öncesinde dağıtılan erzaklarla karşılanır mı dersiniz?


“Az laf çok iş” mi, iktidar gösterisi mi?

Peki, eski meclis başkanı Bülent Arınç’ın meclise sunduğu yeni yasa teklifinde, muhalefet vekillerinin yasa tasarı ve teklifleri hakkındaki konuşmalarının süresinin kısaltılmasını önerdiğini duydunuz mu? Teklifin yasalaşması halinde, masum bir “Az laf, çok iş” mottosu mudur uygulamaya geçecek olan, yoksa çoksesliliğe, eşit temsil hakkında, kısaca demokrasiye darbe mi vurulmuş olur?

Son günlerde epey asabi olduğunu gözlemlediğimiz, yer ve zamanı umursamaksızın yaptığı sert ve ‘ya hep ya hiç’ tarzındaki konuşmalarıyla dikkat çeken, eleştirilere tahammülü olmayan başbakanın, birçok konuyu partisinin yetkili kurullarında tartışmaya açmadan gündeme getirmesine ne diyorsunuz? Örneğin, vekillerin türban konusunun gündeme getirileceğini, başbakanın İspanya’da yaptığı meşhur ‘velev ki’ sözleriyle öğrendiğini biliyor muydunuz? Bu saptamaya bir başka kanıt da ekomomiden sorumlu eski başbakan yardımcısı Abdüllatif Şener’in bir önceki dönem IMF ile yapılan stand-by anlaşmasının toplantı gündemine taşınmadığı ve kendisinin haberi olmadan imzalandığı yönündeki sözleri. Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınması ile ilgili kararın da Acil Eylem Planı’nda bulunmadığını belirten Şener, karar için “Planda yok ama gündemin temel maddesi haline dönüşüyor.” diyor! Erdoğan tek adamlığa mı soyunuyor, yoksa biz yönetim şeklimizi yanlış mı biliyoruz?

*

En az türban kadar önemli bu gelişmeler, yapay gündem maddeleriyle kamufle ediliyor. Basın mensuplarının daha bağımsız olmaya cesaret ettiği, hükümetin ise sözleriyle uygulamalarının bir olduğu günler umarız çok uzakta değildir.
_________________________________________
¹ www.basindabugun.com/index.php?sayfa=1392

Çelişki

~ irigitte fardot 2:26 ÖS

İrem Hacıalioğlu
Kasım 2007, vesaIRe

Sayıca en çok kadın milletvekilini meclise taşımasıyla övünen iktidar partisi, kurduğu bakanlar kurulunda aynı istikrarı sürdürmedi. Başbakan’ın geçtiğimiz ay KA-DER Başkanı Hülya Gülbahar ile yaşadığı kota tartışması ise iktidar partisinin kadın erkek eşitliği ve kadının siyasete katılması konularındaki samimiyetini tekrar düşündürdü.

AKP’nin, 22 Temmuz 2007’de yapılan Genel Seçimler’den önce tanıttığı kadın milletvekili adayları, kadınların meclisteki sayısının artmasını dileyen herkes tarafından heyecanla karşılanmıştı. AKP haklı olarak gururlanıyor, vekil adaylarıyla övünüyordu. Parti, düzenlediği seçim kampanyalarında hem bu konuya değiniyor hem de kadınlar için yaptıkları yeniliklerden söz edip oy talep ediyordu. Peki söylenenlerin hepsi gerçeği yansıtıyor muydu?

Seçimlerden kısa bir süre önce gazetelerde tam sayfa olarak yayınlanan, başlığı “Önce İnsan, Önce Kadınlarımız” olan ilanda “Kadınlarımızın TBMM’de daha etkin temsil edilmesi için en fazla kadın milletvekili adayını biz gösterdik.” deniyordu. Oysa istatistikler (“Seçim Listelerinde Kadın Adayı Sayısı ve Oranları”, KA-DER) tam tersine işaret etmekteydi; AKP gösterdiği 62 kadın adayla (Tüm adayların yalnızca %11’i), partilerin kadın milletvekili aday sayılarının verildiği listede HYP, GP, DP, LDP, İP ve DEHAP’tan sonra geliyordu. Kampanyayı hazırlayanların bir an için “azlık-çokluk” kavramlarını karıştırdığını düşünelim ve bir sonraki maddeyi inceleyelim: “81 ilden birer kadın aday çıkaracağız.” Yine istatistiklere dönecek olursak AKP’nin 81 ilin yalnızca 34’ünden kadın aday gösterdiğini, bu adayların hiçbirinin ilk sırada olmadığını, ilk 3’e giren kadın aday sayısının ise 12 olduğunu görüyoruz. Yani bu kampanyayı hazırlayanlar ya matematikten anlamıyor ya da “Biz ne işimize geliyorsa onu söyleyelim, nasıl olsa kimse söylediklerimizle yaptıklarımızın tutup tutmadığını kontrol etmez.” deyip seçmeni aptal yerine koyuyor. Siz hangi varsayımı tercih ederdiniz?

Tüm bunların gözden kaçan küçük(!) birer hata olduğunu düşünerek diğer maddeleri de inceleyelim. Başbakan Erdoğan’ın bir fotoğrafına da yer veren ilanda başka bir madde ise şöyle: “Kadın-erkek eşitliği ve istihdamında önemli yasal düzenlemeler yaptık. Kadınlara karşı her türlü ayrımcılıkla mücadele ettik.” İşte bu düzenlemelerin, bu mücadelenin gerçekten etkin bir biçimde yapıldığına inanmayı çok isterdim. Ancak İRİS Eşitlik Gözlem Grubu’nun Michigan Üniversitesi ve Uluslararası Çalışma Örgütü’nün katkılarıyla gerçekleştirdiği "Kamu Sektöründe Yönetici Kadınlar" araştırmasının sonuçlarına göre kamuda ve özel sektörde çalışan kadınların oranı yüzde 40’lardan yüzde 25’e düşmüş durumda. Ayrıca çalışan kadınlar bir yılda erkeklerin yıllık kazancının yalnızca yüzde 34.4’ünü kazanıyor ve işsiz genç nüfusun yüzde 88’ini kadınlar oluşturuyor. Yani AKP’nin kadınlara karşı her türlü ayrımcılıkla mücadele etme çabası yetersiz kalmışa benziyor, çünkü işverenler istihdam için erkekleri tercih ediyor. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun hazırladığı “Avrupa İstihdam Stratejisi ve İşgücü Piyasası Gelişmeleri” başlıklı araştırmaya göre ise Türkiye, yüzde 24,3 ile OECD ülkeleri içinde kadın istihdam oranının en düşük olduğu ülke durumunda bulunuyor.

AKP’nin ilanındaki bir başka madde ise “Aile içi şiddet, töre ve namus cinayetleri ile bilinçlendirme çalışmalarına öncelik verdik.” şeklinde. Oysa Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 2006 yılı Ocak ve Eylül aylarında Türkiye geneli polis sorumluluk alanında meydana gelen şahsa ve mala karşı işlenen asayiş olaylarını baz alarak yaptığı araştırmaya göre, Türkiye’de her 31 dakikada bir aile içi şiddet olayı yaşanıyor. Kadın kuruluşlarının verileri de aile içi şiddet ve töre cinayetlerinin arttığı yönünde. Görülüyor ki yine bir tutarsızlık söz konusu.

Şimdi tüm bu verileri unutup TBMM’ye en çok kadın vekilini AKP’nin taşıdığı gerçeğinden hareket edelim. Evet, AKP’nin kadın aday sayısı diğer partilerin aday sayısından azdı, ama seçim zaferiyle doğru orantılı olarak en çok kadın milletvekili (29 vekil) bu partiden çıktı. TBMM’deki kadın sayısı bir önceki dönem 24 iken, yeni dönemde 50 oldu. Oran yüzde 10’un altında kalmış olsa da kadın milletvekili sayısının ikiye katlanması demokrasi adına bir başarıydı. Bu başarının, bakanlar kurulunda eskisinden çok kadına yer verilerek taçlandırılması gerekirdi. Ancak ne yazık ki Başbakan Erdoğan, kendisiyle birlikte yirmi beş kişiden oluşan bakanlar kurulunda, yalnızca bir kadın bakana yer vermeyi tercih etti – Nimet Çubukçu, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı. Sizce de bu durum, kadınların okumasına, istihdamına, siyasette aktif olarak görev almasına destek verdiğini söyleyen bir parti için samimiyetten oldukça uzak bir görüntü arz etmiyor mu?

Bu samimiyetsiz tabloya son noktayı ise Başbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz ay, yeni yasama yılının başlaması nedeniyle verilen resepsiyonda, kendisinden seçimlerde kadınlar için kota uygulamasına geçilmesini talep eden Kadın Adayları Destekleme Derneği (KA-DER) Başkanı Hülya Gülbahar ile yaşadığı tartışma koydu. “Ruanda’da bile kota uygulaması var!” diyerek kadınlara temsilde eşitlik sağlanmasını isteyen Gülbahar’a, “Ben kotayı eşitlik olarak görmüyorum. Zaten eşit katılım şu anda var, niye adil olmuyorsun? Sen kendin gidip kazanıp alamıyorsun... Kardeşim git, kazan, al. Kota uygulaması bütün dünyada yok. Başka yerlerde var diye anlatamazsın. ABD'de kota var mı? Fransa'da kota kaç? Sen Ruanda mı olmak istiyorsun, buyur Ruanda ol, bu kadar! Benim Kadın Kollarım bu konuda KADER'den çok daha samimi, bunu da bilin.” diye cevap verdi.

Başbakan’ın önemli bir kadın örgütünün başkanıyla ciddiyetten bu denli uzak bir üslupla konuşmasını bir kenara bırakalım (Ne de olsa alıştık!) ve Gülbahar’a sorduğu sorulara cevap arayalım. Başbakan bilmiyor olabilir ama en azından bizler araştırıp öğrenelim; Fransa ve Ruanda da dahil olmak üzere 98 ülkede kota uygulaması var. Uygulama bazı ülkelerde anayasal düzenleme ile bazı ülkelerde ise seçim kanunuyla düzenleniyor. Türkiye de ise böyle bir uygulama olmadığı için partiler bu düzenlemeye ‘isterlerse’ kendi tüzüklerinde yer veriyor. Ortaya da parlamentoda kadın katılımı konusunda dünyadaki 119 ülkenin içinde 114. sıraya yerleşen bir Türkiye çıkıyor.

Bize de AKP’nin söyledikleri ve yaptıkları arasındaki sayısız farkı bulmak düşüyor.