yoklama
~ irigitte fardot , 5/15/2013 3:17 ÖS
O klişe cümle yanıp sönüyor gözlerimin arkasında: "Yazar olsan aç kalmıştın."
Yazma yetisi kaybolabilen bir şey sanırım. Hani yabancı dile nankör derler ya —ki neden nankör derler, sensin nankör, o dili kendi haline bırakıp giden kişi olarak— öyle bir şey, yazmadıkça yazamaz oluyorsun.
Ama yazma yetisi bulunabilen de bir şey sanırım.
Şu bedenin içinde neler kayboluyor da sonra bulunuyor. Kocaman bir dünyasın, için deniz, kaybolan dönüyor dolaşıyor geliveriyor yine dilinin ucuna, parmaklarından dökülüyor, gözlerinin ferine karışıyor ışık olup aydınlatıyor, karşındaki bir çift göze değiyor da sana geri yansıyor sonra. Buluyorsun yani kaybettiğini. Belki de hiç kaybetmiyorsun da bir süre görüntüden çıkıyor kaybettiğini sandığın sadece. Saklandığı yeri bile biliyorsun da basiretin bağlanıyor, tutup çıkaramıyorsun.
Ya da —kaybetmekle nedir bu kadar alıp veremediğim— gerçekten kaybediyorsun, hakikaten yani, küpenin teki gibi kaybediyorsun. Yok işte, nerede?
Yok-luk.
Tersiyle var olanlardan.
Yani aslında o bile var, bak sen şu işe.
Yok oldu dersin mesela, kayboldu demezsin, yok oldu. Yok olabilen bir şey, öylesine mühim, kaybolan değil—yok olan. Kaybolan için bulma ihtimalinle avunurken yok olan için yeniden var etme ihtimalini aklından bile geçirmezsin. Ne acizlik.
Var eden de sendin, düşünsene. Yok olunca kendisi mi yok oldu? Tamam, kabul. Kendisi yok olsun. Senin var edebiliyor oluşun hala cebinde, bunu bilmez misin? Bilesin gelir de yine bilemezsin. Bilinecek şey değil böyle şey. Hissedilecek, yaşanacak şey. Ağır, bazen sancılı. First paint'i görmek yıllar alır. Full load'u hiç göremeyebilirsin. Metaforlarımı bağışla ama bu bedenin kullanıcısı olarak sen de bir user experience sürecindesin.
Hepsi var, hepsi burada.
Hafıza sildirme denen şey gerçek olana kadar yok da burada.
Ve ben hiçbir şeyi kaybetmedim, hiçbir şeyi yok etmedim.
Arada ceplerimi karıştırmaya devam edeceğim, her şey orada.